1 Eylül 2014 Pazartesi

Bir Eylül Meselesi

Her gün internette saatlerini harcayıp, aslında hayatındaki insanlara vakit ayırabilecekken boş işlere zaman harcayıp sonra etrafındaki insanları bir kalıba sokmaya çalışanlara gelsin bu yazı...
Sözüm ona çok kızmış olabileceğimi düşünüyorsunuz. Ya da beni neyin ne kadar kızdırmış neyin bu kadar kızdırmış olabileceğini? Açıkçası geçenlerde sosyal paylaşım sitelerinden birinde listemdeki arkadaşlarımdan birisi iyi insan kötü insanın belirleyici özelliklerini paylaşmış. İyi insan şöyle şöyle olur. Kötü insan mutlaka şöyle olur. Bu yazıyı görünce önce kan beynime sıçradı sonra da kendi kendime ne zamandan beri insanların iyi ve kötü oluşuna biz karar verir olduk? Peki hangi ego tatmini insanlardan bu kadar üstün olduğumuzu hissettiriyor ki bana iyi ve kötüyü bu kadar net çizgilerle ayırabiliyorum diye düşündüm? Sonra akşam bebeğimi uyutup bu konu üzerinde kafa yormaya karar verdim aslında belki beyin fırtınası da yapabilirdim. Bu konuda kısmi olarak şanslı sayılabilirim çünkü gerektiği zamanlarda beni acımasızca eleştiren ve kendime çeki düzen vermem konusunda uzun uzun telkinde bulunan bir ev arkadaşına hatta bir dosta sahibim. 
İyi kötü kavramı bilindiği üzere felsefenin hatta ahlak felsefesinin temel sorunlarından biridir ve bu kavram üzerine benim de düşüncelerine saygı duyduğum pek çok felsefeci, yazar farklı cinsten farklı ırktan insanlar kafa yormuştur. Evet burada düşünülmüşü var deyip bırakmak açıkçası işime gelmedi bebeğim olduktan sonra daha zor yargılar oldum insanları çünkü; hatalar ve kimi zaman kötülükler bizim için. Geçmişimizi unutup iyi, kötü, güzel, çirkin yada genel yorum gerektirecek konular hakkında yorum yapmak biz annelere göre olmamalı. . . Fakat bu önyargıları çocukların hamuruna katan maalesef ki yine biz anneleriz, en başta bizden önce beni öğreten anneleriz! Bebeğimi ben iyi büyütürüm ben en iyi anneyim asla mama vermedim, ben en iyi odayı seçerim ben ben ben... Çünkü ben aşağıdaki şemaya bakarak "kendimce" iyi ve başarılı anneyim herkesçe öyleyim çünkü arkadaşlarım alelen beni tebrik eder göz önünde olmayı severim fakat böyle olmayanları acımasızca eleştiririm. Geçmişte yaptığım hataları bilip ses çıkarmayan insanları ezerim?  Bilseler bile ben daha üste çıkarım BEN çünkü BEN, ben iyiyim (!)  Ve bir durup düşündüm ne zamandan beri benim iyilik seviyemin ölçütü yine ben olmuşum ne zamandan beri yoğun bir bencilliğin tepesinde yaşıyorum da her şeyin en iyisini ben bilmişim ve bundan sonrası da var umarsızca internet sitelerinde dolaşıp iyiyi kötüyü başkasına ilan ederken çevremde olan bir kaç akıllı insan acaba neden bana dur dememiş? Ya da ben onlara ne büyük azap çektirmişimdir düşünsenize çevresinizde ben yaptım ben oldum diyen bir insan. Bunları düşündükten sonra yoğun bir ego temposuna kapılıp bunu paylaşan nasıldır? Nedir dersem iyice kendimi kaptırıp olayların sarpasaracağından korktum çünki bu yazıyı yazarken bile insan bir ego şavaşı veriyor ve aslında incecik bir köprüden geçiyorum kimsenin benliğini ezip hiç etmemeliyim fakat kendimi de hiç durumuna düşürmemeliyim. O anda aklıma Kraton'un bir masalı geldi; Zenginliği, Şehveti ve Erdemi olimpiyat oyunlarına çıkarırlar, hepsi de tabi ki de altın elmaya sahip olmak isterler işte o andan itibaren neden elma onların olmalı diye kendilerini anlatmaya başlarlar ve insanlığın aşılmaz problemi iyi kötü kavramı devreye girer. Zenginlik der ki; En yüksek, en iyi, en başarılı benim çünkü;iyi olan her şey benim için satın alınır. Şehvet der ki; Elma benimdir! Çünkü; zenginlik sadece beni elde etmek için istenir. Sağlık; onsuz hiç bir zevk olmadığını zenginliğinde faydasız olduğunu söyler. Fakat en sonunda bekleyen vardır ki kendini savunmasına bile gerek yoktur çünkü; ismini söylemesi bile onu tanıyanların onu tercih etmesi için yeterli olacaktır. Fakat yine de erdem sahneye çıkar ve kendini tanıtır ve insan eğer doğru hareket edemezse zenginlikle sağlıkla şehvetle kendini kötü duruma düşürebilir der. Altın elmayı tabi ki de erdem alır. İnsan sonunda aydınlığa çıkacak insan kalmasını bilecektir. Hayatı ve düşünceleri yargılamamayı bilecektir. Hayat kendiliğinden ne iyi ne kötüdür neyse ODUR! Bu sebeple haddimizi bilmeliyiz! Başarıyı yada başarısızlığı bir insanı yargılayacak kapasiteye gelebilmesi için önce tüm başarısızlıklarıyla yüzleşmesi lazım zaten o zaman kendinden başka insanlarla ilgilenmeyi bırakıp kavramları dağıtılmış gibi paylaşmayı keser ve empati kurup geçmişini hatırlar. Kendine bakar. 
Daha erdemli insan nasıl oluruz diye düşüneceğimiz daha güzel nesiller nasıl yetişir sorusunun bizim en büyük sorunumuzun olduğu günlerin bize gelmesi dileğiyle. . . 
Empati en iyi arkadaşınız olsun bilin ki başarısızlıkta bir başarıdır. Başarısızlıklarımızla yüzleşip, bütünleşip bunların bizim hayatımızda olduğunu bilip etrafa saldırmamakta...                                                                                                 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder